Son Paylaşımlar

Sitemize Hoşgeldiniz NeverFap Türkiye

Bize katılmak için kayıt olabilir veya giriş yapabilirsiniz.

Forum Rehberi >>>

Neverfap Türkiye Forum kurallarını öğrenmeniz ceza almanızı engeller. Kurallarımızı okuyunuz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Yönetimle İletişime Geç >>>

Sitemizi kullanırken yaşadığınız sorun ve önerilerinizi yöneticiler ile paylaşabilirsiniz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Görsel Ve İşitsel Belgelerin Düşünmediğimiz Zararları

Stoic Legionnaire

Venüs Yolcusu
Katılım
1 Tem 2022
Mesajlar
88
Tepki puanı
105
Puanları
39
Yaş
22
Konum
İzmir
Merhaba.

Bugün aklıma gelen bir düşünceyi yazmak ve sizlerin fikirlerini almak istiyorum.

Fotoğraf, video ve ses kaydı. Bu 3 belge hepimizin hayatında var. Peki, bunların zararlı olabileceğini hiç düşündük mü? Yani bir fotoğraf, bir video ya da bir ses kaydı, bize zarar verebilir mi? Saçma mı? Bence değil.

Bu üç belgenin de ana zararı bizi doğamızdan koparmaları. Örnekle açıklayayım:

Diyelim ki çok yakın bir arkadaşınız öldü. İki senaryo düşünün. Birinci senaryoda bu olay milattan önce 10.000 yılında oluyor. İkinci senaryoda ise bu olay günümüzde oluyor.

İki senaryo arasındaki tek fark, milattan önce 10.000'de fotoğraf, video ve ses kaydı diye bir şey yok.

Sizce neler olurdu? Şunlar olurdu, sizin milattan önceki haliniz bu acıyı günümüzdeki halinize göre ÇOK daha çabuk atlatırdı. Çünkü, o acıyı atlatmamız için beynimizin o insanın gerçekten öldüğüne inanması gerekir. Milattan önce 10.000'de bu kolaydı. Ölü kişi gömülürdü, bir süre yas tutulurdu ve sonra hayat devam ederdi. Şimdi ise biz tam iyileşecekken o kişiye ait görselleri ve sesleri duyduğumuz anda o ilk güne gidiyoruz ve acımız tazeleniyor. Bu döngü belki haftalar, belki aylar belki de yıllar boyu sürüp bizi mahvediyor.

İkinci örnek, ayrılık örneği. Bir kızdan ayrıldığınızı düşünün. Onun görsellerine baka baka, ses kayıtlarını dinleye dinleye mi onu unutacaksınız? Hayır, tam tersine. Onu hatırlatacak görsel ve işitsel hiçbir şey kalmamalı. Sadece onunla ilgili beynimizdeki hatıralar kalmalı ki zaten beyin onları bir şekilde yoluna koyar. Yani, biz bozmazsak kendini tamir eder.

PMO konusu da böyle. Düşünsenize, bir köy evinde 90 gün kalmak zorundasınız. İnternet yok, cep telefonu yok, görsel ve işitsel hiçbir medya oynatıcı yok. DVD yok, televizyon yok, sosyal medya yok. Bu senaryoda mı süreç yapmak daha kolay olurdu, yoksa hepsine sınırsız erişimimiz varken mi?

Mutlu olduğumuz bir an hemen elimiz telefona veya kameraya gider. O anı "ölümsüzleştirmek" isteriz. Ya biz öleceğiz zaten, biz ölümlüyüz, o fotoğraf ölümsüz olsa ne olur olmasa ne olur. Galerimizde, kendimize dijital bir hapishane yaratıyoruz ve geçmişten kafamızı kaldıramıyoruz. Bence o fotoğrafı/videoyu çekmek, o anın büyüsüne bir haksızlıktır. O an, o mutluluk orada yaşanmalı. Dışarı taşmamalı. Zaten hayatta başka mutlu olabileceğimiz anlar da illa ki olacaktır. Nedir bu acele, bu korku?

Belki de, bazı şeyleri çok zorlamaya gerek yoktur. Bizi doğamızdan alıkoyan şeyleri ortadan kaldırırsak, beynimiz ve vücudumuz kendini yenileyecektir. Ama biz bu süreci engellersek, iyileşmemiz de gecikecektir.

Siz neler düşünüyorsunuz? Bunları sıradan insanlara anlatsam "Ne diyon ya saçma sapan?!" der büyük ihtimalle ama sizlerin farklı ve sorgulayıcı insanlar olduğunuzu biliyorum.
 

coraline

Yeni Üye
Katılım
3 Tem 2025
Mesajlar
6
Tepki puanı
9
Puanları
3
Merhaba.

Bugün aklıma gelen bir düşünceyi yazmak ve sizlerin fikirlerini almak istiyorum.

Fotoğraf, video ve ses kaydı. Bu 3 belge hepimizin hayatında var. Peki, bunların zararlı olabileceğini hiç düşündük mü? Yani bir fotoğraf, bir video ya da bir ses kaydı, bize zarar verebilir mi? Saçma mı? Bence değil.

Bu üç belgenin de ana zararı bizi doğamızdan koparmaları. Örnekle açıklayayım:

Diyelim ki çok yakın bir arkadaşınız öldü. İki senaryo düşünün. Birinci senaryoda bu olay milattan önce 10.000 yılında oluyor. İkinci senaryoda ise bu olay günümüzde oluyor.

İki senaryo arasındaki tek fark, milattan önce 10.000'de fotoğraf, video ve ses kaydı diye bir şey yok.

Sizce neler olurdu? Şunlar olurdu, sizin milattan önceki haliniz bu acıyı günümüzdeki halinize göre ÇOK daha çabuk atlatırdı. Çünkü, o acıyı atlatmamız için beynimizin o insanın gerçekten öldüğüne inanması gerekir. Milattan önce 10.000'de bu kolaydı. Ölü kişi gömülürdü, bir süre yas tutulurdu ve sonra hayat devam ederdi. Şimdi ise biz tam iyileşecekken o kişiye ait görselleri ve sesleri duyduğumuz anda o ilk güne gidiyoruz ve acımız tazeleniyor. Bu döngü belki haftalar, belki aylar belki de yıllar boyu sürüp bizi mahvediyor.

İkinci örnek, ayrılık örneği. Bir kızdan ayrıldığınızı düşünün. Onun görsellerine baka baka, ses kayıtlarını dinleye dinleye mi onu unutacaksınız? Hayır, tam tersine. Onu hatırlatacak görsel ve işitsel hiçbir şey kalmamalı. Sadece onunla ilgili beynimizdeki hatıralar kalmalı ki zaten beyin onları bir şekilde yoluna koyar. Yani, biz bozmazsak kendini tamir eder.

PMO konusu da böyle. Düşünsenize, bir köy evinde 90 gün kalmak zorundasınız. İnternet yok, cep telefonu yok, görsel ve işitsel hiçbir medya oynatıcı yok. DVD yok, televizyon yok, sosyal medya yok. Bu senaryoda mı süreç yapmak daha kolay olurdu, yoksa hepsine sınırsız erişimimiz varken mi?

Mutlu olduğumuz bir an hemen elimiz telefona veya kameraya gider. O anı "ölümsüzleştirmek" isteriz. Ya biz öleceğiz zaten, biz ölümlüyüz, o fotoğraf ölümsüz olsa ne olur olmasa ne olur. Galerimizde, kendimize dijital bir hapishane yaratıyoruz ve geçmişten kafamızı kaldıramıyoruz. Bence o fotoğrafı/videoyu çekmek, o anın büyüsüne bir haksızlıktır. O an, o mutluluk orada yaşanmalı. Dışarı taşmamalı. Zaten hayatta başka mutlu olabileceğimiz anlar da illa ki olacaktır. Nedir bu acele, bu korku?

Belki de, bazı şeyleri çok zorlamaya gerek yoktur. Bizi doğamızdan alıkoyan şeyleri ortadan kaldırırsak, beynimiz ve vücudumuz kendini yenileyecektir. Ama biz bu süreci engellersek, iyileşmemiz de gecikecektir.

Siz neler düşünüyorsunuz? Bunları sıradan insanlara anlatsam "Ne diyon ya saçma sapan?!" der büyük ihtimalle ama sizlerin farklı ve sorgulayıcı insanlar olduğunuzu biliyorum.
Bence dediklerin oldukça mantıklı. Sosyal medya hayatımızı çok değiştirdi. Artık her günümüzü orada paylaşıyoruz. Ve bence bunun altında bir onaylanma kaygısı var. Kabullenilme kaygısı. Ben burdayım demek istiyoruz fakat kendimizi gösterebileceğimiz hiçbir alan yok ya da biz henüz keşfedemedik. Böyle olunca da sürekli paylaşıyoruz. Sürekli diğer insanların içeriklerini tüketiyoruz. Ve en kötüsü onlarla kendimizi karşılaştırmaya başlıyoruz. Aslında giydiğimiz kıyafetler, kullandığımız telefonun markası, yediğimiz yemekler o kadar basit şeyler ki. Ama günümüzde bunların çok abartıldığını düşünüyorum. Saydığım şeyler temel ihtiyaçtan çıkıp kendini gösterme, kanıtlama aracına dönüştüler. Tabii ki herkes istediğini alabilir, giyebilir, yiyebilir. Demek istediğim bu değil. Sadece onları isteyen kişinin biz olduğundan emin olalım fazlasıyla yeter. Artık çoğu şeyi biz öyle sevdik, istedik diye yapmıyoruz. Mesela iphone konusu. Kimse iphonenun yeni bir modelini çok daha iyi özelliklere sahip olduğu için almıyor. Artık tüketim delisi haline geldik. Herkes onu alıyor, havalı buluyor. Bizde onu seçiyoruz. İnsanlardan "geri kalmaktan" korkuyoruz. Biraz bahsettiğin konudan saptım ama...
 

Stoic Legionnaire

Venüs Yolcusu
Katılım
1 Tem 2022
Mesajlar
88
Tepki puanı
105
Puanları
39
Yaş
22
Konum
İzmir
Bence dediklerin oldukça mantıklı. Sosyal medya hayatımızı çok değiştirdi. Artık her günümüzü orada paylaşıyoruz. Ve bence bunun altında bir onaylanma kaygısı var. Kabullenilme kaygısı. Ben burdayım demek istiyoruz fakat kendimizi gösterebileceğimiz hiçbir alan yok ya da biz henüz keşfedemedik. Böyle olunca da sürekli paylaşıyoruz. Sürekli diğer insanların içeriklerini tüketiyoruz. Ve en kötüsü onlarla kendimizi karşılaştırmaya başlıyoruz. Aslında giydiğimiz kıyafetler, kullandığımız telefonun markası, yediğimiz yemekler o kadar basit şeyler ki. Ama günümüzde bunların çok abartıldığını düşünüyorum. Saydığım şeyler temel ihtiyaçtan çıkıp kendini gösterme, kanıtlama aracına dönüştüler. Tabii ki herkes istediğini alabilir, giyebilir, yiyebilir. Demek istediğim bu değil. Sadece onları isteyen kişinin biz olduğundan emin olalım fazlasıyla yeter. Artık çoğu şeyi biz öyle sevdik, istedik diye yapmıyoruz. Mesela iphone konusu. Kimse iphonenun yeni bir modelini çok daha iyi özelliklere sahip olduğu için almıyor. Artık tüketim delisi haline geldik. Herkes onu alıyor, havalı buluyor. Bizde onu seçiyoruz. İnsanlardan "geri kalmaktan" korkuyoruz. Biraz bahsettiğin konudan saptım ama...
Çok güzel cevaplamışsınız. Hayatımızı sadeleştiremediğimiz sürece hep yorulacağız.

Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır. - Platon
 

Caucas

Yeni Üye
Katılım
16 Ocak 2025
Mesajlar
7
Tepki puanı
10
Puanları
3
Merhaba.

Bugün aklıma gelen bir düşünceyi yazmak ve sizlerin fikirlerini almak istiyorum.

Fotoğraf, video ve ses kaydı. Bu 3 belge hepimizin hayatında var. Peki, bunların zararlı olabileceğini hiç düşündük mü? Yani bir fotoğraf, bir video ya da bir ses kaydı, bize zarar verebilir mi? Saçma mı? Bence değil.

Bu üç belgenin de ana zararı bizi doğamızdan koparmaları. Örnekle açıklayayım:

Diyelim ki çok yakın bir arkadaşınız öldü. İki senaryo düşünün. Birinci senaryoda bu olay milattan önce 10.000 yılında oluyor. İkinci senaryoda ise bu olay günümüzde oluyor.

İki senaryo arasındaki tek fark, milattan önce 10.000'de fotoğraf, video ve ses kaydı diye bir şey yok.

Sizce neler olurdu? Şunlar olurdu, sizin milattan önceki haliniz bu acıyı günümüzdeki halinize göre ÇOK daha çabuk atlatırdı. Çünkü, o acıyı atlatmamız için beynimizin o insanın gerçekten öldüğüne inanması gerekir. Milattan önce 10.000'de bu kolaydı. Ölü kişi gömülürdü, bir süre yas tutulurdu ve sonra hayat devam ederdi. Şimdi ise biz tam iyileşecekken o kişiye ait görselleri ve sesleri duyduğumuz anda o ilk güne gidiyoruz ve acımız tazeleniyor. Bu döngü belki haftalar, belki aylar belki de yıllar boyu sürüp bizi mahvediyor.

İkinci örnek, ayrılık örneği. Bir kızdan ayrıldığınızı düşünün. Onun görsellerine baka baka, ses kayıtlarını dinleye dinleye mi onu unutacaksınız? Hayır, tam tersine. Onu hatırlatacak görsel ve işitsel hiçbir şey kalmamalı. Sadece onunla ilgili beynimizdeki hatıralar kalmalı ki zaten beyin onları bir şekilde yoluna koyar. Yani, biz bozmazsak kendini tamir eder.

PMO konusu da böyle. Düşünsenize, bir köy evinde 90 gün kalmak zorundasınız. İnternet yok, cep telefonu yok, görsel ve işitsel hiçbir medya oynatıcı yok. DVD yok, televizyon yok, sosyal medya yok. Bu senaryoda mı süreç yapmak daha kolay olurdu, yoksa hepsine sınırsız erişimimiz varken mi?

Mutlu olduğumuz bir an hemen elimiz telefona veya kameraya gider. O anı "ölümsüzleştirmek" isteriz. Ya biz öleceğiz zaten, biz ölümlüyüz, o fotoğraf ölümsüz olsa ne olur olmasa ne olur. Galerimizde, kendimize dijital bir hapishane yaratıyoruz ve geçmişten kafamızı kaldıramıyoruz. Bence o fotoğrafı/videoyu çekmek, o anın büyüsüne bir haksızlıktır. O an, o mutluluk orada yaşanmalı. Dışarı taşmamalı. Zaten hayatta başka mutlu olabileceğimiz anlar da illa ki olacaktır. Nedir bu acele, bu korku?

Belki de, bazı şeyleri çok zorlamaya gerek yoktur. Bizi doğamızdan alıkoyan şeyleri ortadan kaldırırsak, beynimiz ve vücudumuz kendini yenileyecektir. Ama biz bu süreci engellersek, iyileşmemiz de gecikecektir.

Siz neler düşünüyorsunuz? Bunları sıradan insanlara anlatsam "Ne diyon ya saçma sapan?!" der büyük ihtimalle ama sizlerin farklı ve sorgulayıcı insanlar olduğunuzu biliyorum.
Bu mevzuyu hiç dediğin gibi ele almamıştım ancak aşağı yukarı ben de senin gibi düşünüyorum. Hayat ve zaman sürekli akar, hiç durmaz ve bu akışa ayak uydurmak için insan geçmişinin bazı parçalarını geride bırakır, unutur. Unutmak zaten insan beyninin oluşturduğu müthiş bir mekanizmadır, bir derdi unutmak yüz binlerce terapistten alacağınız terapiden yeğdir. Ancak videolar, fotoğraflar, ses kayıtları her ne kadar "anı" yerine geçebilse de, insanı seneler sonra gördüğünde mutlu edebilse de hayatın akışına uygun şeyler değiller çünkü her şeyin geçici olduğu hayattan farklılar. Tüm bilgilerin bir taş çarpmasıyla silinip gidebileceği belleğimizde sürekli yinelenebiliyor bu kayıtlar ve belgeler, sonsuzluk özellikleri var adeta. Hâliyle insan bir videoyu gördüğü zaman o videoda hareket eden, yaşayan kişinin gerçekten öldüğünü hissedemiyor; yine yanında olsun, yine kendisiyle konuşsun istiyor. Elbette videolar, kasetler, fotoğraflar müthiş icatlar. Bu icatlar sayesinde o denli ilerledik, o denli hayatımızı kolaylaştırdık ki. Ancak güzel bir anıyı baştan sona kadar fotoğraflamaya, her anın videosunu çekmeye, her şakayı kaydetmeye çalışmaya, güzel bir manzarayı telefonumuzun belleğine sokmaya çalışmaya gerek yok. Bir fotoğraf çekersin, iki fotoğraf çekersin ve sonra anın tadını çıkarırsın. Hayat budur, hiçbir an kaçırılmaya değmez.
 
Katılım
15 Ocak 2022
Mesajlar
40
Tepki puanı
48
Puanları
21
Maalesef öyle. Fotoğraf, video gibi kayıtların birinci maksadı zaten "şu an"ı geleceğe yayabilmektir. Kişinin ölümsüz olma isteğine hitap eder. 'Bak ben öleceğim ama bu fotoğraf ve video bir yerlerde kalacak' gibi... Bu kayıtlar bizden başka birine ait olduğunda o kişiye olan bağlılığımız da artar. Çoğu insan vefat eden annesini babasını rehberden silmez mesela. Oysa silinmelidir. O kişiyle olan anılar geçmişte kalmıştır, bugünde yaşatılamazdır ve bunu ısrarla denemek kişinin acısının süresi ve yoğunluğunda aleyhte çalışır. Yas, ayrılık gibi duygularda olduğu gibi PMO'da da böyledir. O fotoğraflar gerçek değildir. Onlara dokunarak o kişiye temas edemezsin. Onun ses kaydını dinleyerek onunla iletişime geçemezsin. Bunu yaparak ancak nevrotik çatışmanı katmerlersin.
 

Stoic Legionnaire

Venüs Yolcusu
Katılım
1 Tem 2022
Mesajlar
88
Tepki puanı
105
Puanları
39
Yaş
22
Konum
İzmir
Maalesef öyle. Fotoğraf, video gibi kayıtların birinci maksadı zaten "şu an"ı geleceğe yayabilmektir. Kişinin ölümsüz olma isteğine hitap eder. 'Bak ben öleceğim ama bu fotoğraf ve video bir yerlerde kalacak' gibi... Bu kayıtlar bizden başka birine ait olduğunda o kişiye olan bağlılığımız da artar. Çoğu insan vefat eden annesini babasını rehberden silmez mesela. Oysa silinmelidir. O kişiyle olan anılar geçmişte kalmıştır, bugünde yaşatılamazdır ve bunu ısrarla denemek kişinin acısının süresi ve yoğunluğunda aleyhte çalışır. Yas, ayrılık gibi duygularda olduğu gibi PMO'da da böyledir. O fotoğraflar gerçek değildir. Onlara dokunarak o kişiye temas edemezsin. Onun ses kaydını dinleyerek onunla iletişime geçemezsin. Bunu yaparak ancak nevrotik çatışmanı katmerlersin.
İşte evet, böyle düşünen başkaları da olduğunu bilmek sevindirici.

Bence televizyon izlememenin, sosyal medyayı ve oyunları bırakmanın bize fayda sağlamasındaki en önemli neden budur. Beynimiz, gördüğümüz şeylerin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu ayırt edemiyor. "Görüyorsak, gerçektir." diyor. E şimdi, böyle bir durumda, gün içinde neler görüyoruz neler... Artık AI da hayatımızın içinde. Evet belki bir fotoğraf, bir video çok şey değiştirmez ama birikimli bir şekilde, gün boyu bunlara maruz kaldığımızda, 6 ayda beynimiz ne hale gelir siz düşünün...

Bir de, olaya başka bir perspektiften bakalım. Hız. Gerçek hayatta, her şey o kadar da hızlı değil. Yani; ata binelim, bisiklete binelim, araba, motosiklet, vapur, otobüs, tren hatta abartıyorum uçak bile o kadar hızlı değil. Yani, gözümüzün önünde sürekli değişen görseller yok gerçek hayatta. Ama dijital dünya, dibine kadar bunlarla dolu. Görsel efektler, ses efektleri, geçişler, montajlar, şunlar bunlar... Beyin de bir makine abi, en sonunda yoruluyor işte.

Müzik de aynı şekilde bence. Müzik dinlerken enerji harcamadığımızı düşünüyoruz belki ama bence bal gibi de harcıyoruz. Kulaklardaki tüm sistemler çalışıyor, beyin çalışıyor. Ben artık müzik dinlerken gerçekten çok yoruluyorum, bana çok "fazla" geliyor. Yani sanki boşu boşuna sırtımda çanta taşıyormuş gibi hissediyorum.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Üst