- Katılım
- 30 Eyl 2022
- Mesajlar
- 295
- Tepki puanı
- 614
- Puanları
- 160
Tat Alma Yetimizi Kendi Ellerimizle Nasıl Kaybederiz?
Bir gün elimize küçük bir tüp bal verildiğini düşün. Tatlı, yoğun ve cezbedici. Canımız her sıkıldığında, bir sınava başlamadan önce, biriyle buluşmadan hemen önce, yalnız kaldığımızda ya da sadece vakit geçirmek için o tüpten biraz bal sıkıp eğlenmek biraz da keyfimiz yerine getirmek belki de acıktığımızda ağzımıza atıyoruz.Zamanla bu alışkanlık öyle bir hal alıyor ki, artık çevremizdeki diğer tatlılar—kurabiyeler, kekler, reçeller, meyveler—eskisi gibi tat vermemeye başlıyor. Çünkü sürekli o balı yiyoruz. Bal, tat alma duyularımızı o kadar yoğun uyarıyor ki, diğer doğal tatlar yavan gelmeye başlıyor. En sevdiğin tatlıyı arkadaşlarına yemeye gidiyorsun, ama 2dk önce o bal tüpünden bal yemiştin o en sevdiğin künefe sana tatsız geliyor. Şekerli bir kahve içiyorsun ama şeker tadı artık sana gelmiyor. Çok sevdiğin bir meyve yiyorsun çilek, çok güzel kokuyor oo nefis diyorsun ama ağzına bir atıyorsun gram tadı yok gibi algılıyorsun? Acaba sorun künefede mi ? Acaba sorun çilekte mi ?
Tıpkı bir konserde sürekli yüksek sese maruz kalan birinin konser çıkışında yanında konuşan arkadaşını daha az duyması gibi… Ya da sürekli flaş patlayan bir odada kalan birinin, loş bir ışığın güzelliğini fark edememesi gibi.
Her bal seansından sonra tat alma eşiğimiz yükseliyor. Artık güzel bir elma suyu, bir annenin özenle yaptığı kek bile bize sıradan geliyor. Çünkü bizim dilimiz, artık daha fazlasını istiyor. Daha yoğunu, daha şekerlisini. Yani balı. Bal onun için tad almanın tek ve yegane yoluna dönüşüyor.
Peki bu sadece dilinin mi sorunu?
Hayır. Bu metafor sadece tat duyusuyla sınırlı değil. Sürekli bal yemek; bedenimizdeki insülin seviyelerini zorluyor, yağlanma başlıyor, hormon dengemiz altüst oluyor. Ancak işin daha derininde, çok daha tehlikeli bir durum var: beyin kimyamız dönüşüyor.
Çünkü tıpkı bal gibi, dijital dünyadaki bazı içerikler de beynimizde çok güçlü bir dopamin patlaması yaratıyor. Özellikle sürekli uyarıcılarla (örneğin pornografi) karşılaşmak, tıpkı ağza sürekli bal vermek gibi: Bir süre sonra gerçek hayatın doğallığı bize "yetersiz" gelmeye başlıyor.
Sanal Uyaranlar, Gerçek Tatları Nasıl Gölgeliyor?
Beynimiz gördüğü şeyle hayal ettiği şey arasında büyük bir fark gözetmez. Örneğin bir elmaya baktığınızda beyninizin görsel merkezleri aktif olur. Gözlerinizi kapatıp o elmayı hayal ettiğinizde de neredeyse aynı merkezler yine aktif olur.
Bu yüzden bir şeyi sıkça hayal etmek veya dijital ortamda tekrar tekrar maruz kalmak, beyninizin "bunu gerçekten yaşıyorum" zannetmesine neden olur. Yani, beyniniz balı gerçekten yediğinizi düşünür. İşte burada tehlike başlar.
Gerçek dünyadaki ilişkiler, konuşmalar, dostluklar, flörtler; yani bir reçel yapmaya benzeyen zaman ve emek isteyen işler artık göze çok zor görünmeye başlar. Çünkü bal hep yanınızda, tek bir hareketle ulaşılabilir. Neden yoğurt alıp içine kakao koyup karıştırayım? Neden biriyle saatlerce sohbet edeyim? Oysa bal bir tık ötede.
Ve sonra gerçek bir insanla kurduğun ilişkide bile o tat kalmaz. Çünkü dilin, zihnin ve ruhun çoktan doymuştur. Artık hiçbir şey sana "yeterince tatlı" gelmez.
İlk Bal Ücretsizdir, Sonrası Pahalıya Patlar
Ve işin en acı kısmı da burası: Bu bal ilk başta ücretsizdir. Tıpkı sokaklarda ilk dozunu bedava veren kötü niyetli satıcılar gibi. Ancak sonra onu elde etmek için zamanını, enerjini, bazen paranı harcarsın. Hayatının merkezi bal olur.
Sen farkında olmadan, kendi beynine zarar veren bu balı almak için çalışırsın. Tekrar tekrar. Yine ve yine.
Peki Çözüm Ne?
Balı bırakmak. Ama bu kolay olmayacak. İlk başta hiçbir şeyden tat almayacaksın. Çünkü reseptörlerin uzun süreli yüksek uyaranlara alışmış olacak. Ama sonra, yavaş yavaş, dilin yeniden tat almaya başlayacak. Gerçek bir dostla sohbetin tadını alacaksın. Annenin yaptığı kek sana yeniden güzel gelecek. Bir kadının gözlerine bakmanın, onunla konuşmanın, zaman geçirmenin sana yaşattığı duygular yeniden anlam kazanacak.
Gerçek tatlara geri döneceksin. Ama bunun için önce balı bırakman gerek.
Sonuç: Kendi Tatlını Kendin Yap
Hazır baldan uzaklaştığında, kendi reçelini kendin yapmaya başlarsın. İçine biraz emek, biraz sabır, biraz sevgi koyarsın. Ve sonunda o reçel sana baldan çok daha güzel gelir. Çünkü o senin emeğin, senin gerçekliğin, senin hikâyendir. Çünkü gerçek hayatta reçele kolay ulaşamzsın, bir reçel yapmak için gidip meyve alman lazım, tava tencere lazım, onu kaynatman lazım şekeri içine atman lazım karıştırman lazım. İstersen onu bal gibi de tüketebilirsin ama bittiğinde tekrar gidip reçel yapmak büyük bir emek isteyecektir.
Veya aynı şekilde bir tatlı yapmak da büyük bir zaman ve emek ister. Veya bazen sevdiğin çekim hissettiğin bir insan sana güzel bir tatlı yapıp getirdiğinde oturup o tatlıyı o insanla yersin, olay sadece tatlı yemek değildir paylaşmaktır. O insan seni düşünmüş sana tatlı yapıp getirmiş, senle muhabbetle yemek istiyor güzel bir zaman geçirmek istiyor. Seni sevemeyen insanlar sana tatlı yapıp getirmezler unutma. Demek ki sen onunla ilişkine bir emek vermişsin bir çekiim yaşanmış ki karşılıklı bir ilişki söz konusu, onunla yaşadığın cinsellik de beraber yaptığınız bir tatlıyı oturup afiyetle yemek gibi.
Umarım bu metaforun özü sana ulaşmıştır dostum. İstersen bunu hayatının farklı alanlarına da uygulayabilirsin. Hangi alanlarda "bal" tüketiyorsun?
Ve hangi alanlarda artık gerçek tatları alamıyorsun? Dürüstçe sor kendine.
Çünkü bazen hayatı tatmak için tek yapmamız gereken şey, o bal tüpünü bir kenara bırakmaktır.
Sevgilerle.